Ne Duymak İstersen

Bir gün New York’ta bir grup iş arkadaşı yemek molasında dışarıya çıkarlar.

Gruptan biri kızılderilidir; yolda yürürken insan kalabalığı, siren sesleri, yolda çalışma yapan işçilerin çıkardığı gürültü ve araçların korna sesleri arasında ilerlerken kızılderili kulağına cırcır böceği sesinin geldiğini söyler ve aranmaya başlar. Arkadaşları bu gürültüde bu sesi duyamayacağını, kendisinin öyle zannettiğini söyleyip yollarına devam ederler. Aralarından bir tanesi inanmasa da onunla birlikte aramaya koyulur.

Kızılderili caddenin karşısına doğru yürür, arkadaşı da onu takip eder ve binaların arasındaki bir kaç tutam yeşillikte gerçekten de bir cırcır böceği bulurlar.

Arkadaşı kızılderiliye: “Senin insanüstü güçlerin var! Bu sesi nasıl duydun ?” diye sorar.

Kızılderili ise bu sesi duymak için insanüstü güçlere sahip olmaya gerek olmadığını söyleyerek arkadaşına kendisini izlemesini söyler. Kaldırıma geçerler ve kızılderili cebinden çıkardığı bozuk parayı yuvarlayarak atar. Birçok kişi bozuk para sesini duyup kendi ceplerinden mi düştüğünü anlamak için sesin geldiği yöne doğru bakar.

Kızılderili arkadaşına dönerek: “Gördün mü? Önemli olan nelere değer verdiğin ve neleri önemsediğine bağlıdır. Her şeyi ona göre duyar, görür ve hissedersin” der.

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Kuyu

Günlerden bir gün, köylerden birinde bir çiftçinin eşeği kör kuyuya düşer.

Eşek saatlerce acı içinde kıvranır ve bağırır. Sesini duyan sahibi gelip baktığında zavallı eşeği kuyunun dibinde görür.

Çaresiz çiftçi köylüleri yardıma çağırır. Köylüler kör kuyudaki eşeği kurtarmak için ne yapacaklarını düşünürler ama sonuçta onu kurtarmanın imkânsız olduğuna ve bunun için çalışmaya değmeyeceğine karar verirler. Tek çare, kuyuyu toprakla örtmektir. Herkes ellerine aldığı küreklerle etraftan kuyunun içine toprak atar.

Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkerek dibe döker. Bir süre sonra ise ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükselir ve sonunda yukarıya kadar çıkar. Köylüler kuyudan dışarı çıkan eşeğe çok şaşırır. İşte hayat da bazen bizim üzerimize yüklenir ve üzerimiz toz toprakla örtülüyormuş gibi olur.

Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır. Kör kuyuda olsak bile…

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Kurbağaların Yarışı

Bir gün kurbağalar arasında bir yarış düzenlenir.

Amaç bir tepenin en üst noktasında bulunan kuleye tırmanmaktır. Seyretmeye gelenler kurbağaların asla tepeye tırmanamayacaklarını düşünmektedirler.

“Yazık,asla oraya ulaşamazsınız” diyerek laf atmaktadırlar. Kurbağalar izleyicilerin bu tutumu karşısında teker teker pes etmeye başlarlar. Ama içlerinde bir tanesi hâlâ yarışa devam etmektedir; “Yazık,o da pes edecek, oraya ulaşması mümkün değil!” diye söylenirler.

Ne var ki o kurbağa, büyük bir gayretle tepedeki kuleye ulaşmayı başarır. Diğerleri nasıl başardığını merak eder ve yanına gidip sormak isterler.. Ama fark ederler ki o kurbağa sağırdır…

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

İki Köpek

Yaşlı Kızılderili reisi torunuyla birlikte kulübesinin önünde oturmakta ve az ötede birbiriyle boğuşup duran iki kurt köpeğini izlemektedir. Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtır. On iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup dururlar. Bunlar dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri kurt köpeğidir… Çocuk, kulübeyi korumak için bir köpeğin yeterli olduğunu düşünmektedir.

Dedesinin ikinci köpeğe neden ihtiyacı olduğunu ve renklerinin neden özellikle siyah ve beyaz olduğunu anlamak ister. Bir gün dedesine bunun sebebini sorar; Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazlar ve “Onlar benim için iki simgedir evlat.” der.

“Neyin simgesi?” diye sorar çocuk. Dedesi: “İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.”

Çocuk, sözün burasında; ‘mücadele varsa, kazananı da olmalı’ diye düşünür ve her çocuğa has, bitmeyen sorulara bir yenisini daha ekler: “Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi? Bilge reis, derin bir gülümsemeyle torununa bakar ve “Hangisi mi evlat? Ben, hangisini daha iyi beslersem!” der.

“İnsanoğlunun kendi kendini fethetmesi zaferlerin en büyüğüdür.” Platon

Kategori Yok kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum bırakın

Akrep

Bir adam suda bata çıka ilerlemeye çalışan bir akrep görür.
Onu kurtarmaya karar verir ve parmağını uzatır ama akrep onu sokar.
Adam tekrar akrebi sudan kurtarmaya çalışır ama akrep onu tekrar sokar.
Yakınlardaki başka birisi ona, onu sürekli sokmaya çalışan akrebi kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmesini söyler.
Ama  adam şöyle der:
“Sokmak akrebin doğasında vardır.
Benim doğamda ise sevmek var.
Neden sokmak akrebin doğasında var diye kendi doğam olan sevmekten vazgeçeyim?”
Sevmekten vazgeçmeyin. İyiliğinizden vazgeçmeyin.

Kategori Yok kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum bırakın

Kurşun Kalem

Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu:

“Bizim başımızdan geçen bir olayımı yazıyorsun? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı?

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi :”Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğünde bu kalemi sen de seversin.”

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi.

“İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki! ”

Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.”

Birinci özellik: Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı’dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.”

İkinci özellik: Zaman, zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.”

Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.”

Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabın ya da dışarıya yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. Yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.”

Beşinci ve son özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.”

Kategori Yok kategorisine gönderildi | ile etiketlendi | Yorum bırakın

Irmağın Öyküsü

Uzak dağlardaki kaynağından çıkan bir ırmak, her çeşit coğrafi bölgeden geçtikten sonra, en sonunda çölün kumlarına ulaştı, ama diğer tüm engelleri aştığı gibi bu engeli de aşmaya çalışınca, kuma girdikçe sularının kaybolduğunu fark etti.

Yazgısının bu çölü aşmak olduğundan emindi, ama hiçbir yol bulamıyordu. Birden çölün içinden gelen gizli ses şöyle fısıldadı:

-“Rüzgar çölü geçebilir, o halde ırmak da geçer.”
Irmak kendini kumun üzerinde attığını ama emildiğini söyleyerek karşı çıktı; rüzgar uçabiliyordu, bu nedenle çölü geçebiliyordu.

Fısıltı:
-“Kendi geleneksel yolunca hamle ederek öbür tarafa geçemezsin. Ya kaybolur gider ya da bataklığa dönüşürsün. Rüzgarın seni hedefine götürmesine izin vermelisin.”

Irmak:
-“Ama bu nasıl olabilir?” diye sordu.

-“Rüzgarın seni emmesine izin vererek.”

Bu fikri ırmak kabul etmedi. Daha önce emilip başka bir maddeye dönüşmemişti. Kendi kimliğini yitirmek istemiyordu. Bir kere yitirdikten sonra yeniden kazanıp kazanmayacağını nerden bilebilirdi?

Kum:
-“Rüzgar bu işi yapar.” dedi. “Suyu alır, çölün üzerinden geçirir ve yeniden bırakır. Yağmur olarak yağıp, su yeniden ırmak olur.”

Irmak:
-“Bunun doğruluğundan nasıl emin olabilirim?”

-“Bu böyledir, ama eğer inanmıyorsan bataklıktan başka bir şey olamazsın ve bu bile yıllar alır, ayrıca ırmakla aynı şey değil.”

-“Ama bugün olduğum ırmak olarak kalamaz mıyım?”

-“Kalamazsın. Ama senin özün taşınıp yeniden bir ırmak oluşturur. Bugün bile bu adı taşıyorsun, çünkü hangi kısmının senin asıl parçan olduğunu bilmiyorsun.”

Bunu duyunca ırmağın düşüncelerinde bazı şeyler yankılanmaya başladı. Bir rüzgarın kollarında taşındığı bir zamanı anımsadı ve bunun yapılacak aşikar şey, gerçek şey olduğunu anımsadı. Ve ırmak, buharını rüzgarın ona uzanan kollarına emanet etti; o da onu kolayca ve nazikçe yukarılara taşıdı. Kilometrelerce ötede, bir dağın doruğuna ulaşınca yumuşak bir şekilde bıraktı. Ama kuşkuları olduğu için, ırmak, deneyiminin ayrıntılarını daha güçlü anımsayıp kaydedebildi. “Evet sonunda gerçek kimliğimi öğrendim.” diye düşündü. Irmak öğreniyordu ama kumlar fısıldadı:

-“Biliyoruz, çünkü her gün bunun olduğunu görüyoruz. Çünkü biz kumlar, ırmaktan dağa kadar uzanıyoruz.”

İşte bu nedenle, yaşam ırmağının yolculuğuna nasıl devam edeceği kumlarda yazılıdır denir.

Kategori Yok kategorisine gönderildi | , , , , , , ile etiketlendi | Yorum bırakın