Kuyu

Günlerden bir gün, köylerden birinde bir çiftçinin eşeği kör kuyuya düşer. Eşek saatlerce acı içinde kıvranır ve bağırır. Sesini duyan sahibi gelip baktığında zavallı eşeği kuyunun dibinde görür. Çaresiz çiftçi köylüleri yardıma çağırır. Köylüler kör kuyudaki eşeği kurtarmak için ne yapacaklarını düşünürler ama sonuçta onu kurtarmanın imkânsız olduğuna ve bunun için çalışmaya değmeyeceğine karar verirler. Tek çare, kuyuyu toprakla örtmektir. Herkes ellerine aldığı küreklerle etraftan kuyunun içine toprak atar. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkerek dibe döker. Bir süre sonra ise ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha yükselir ve sonunda yukarıya kadar çıkar. Köylüler kuyudan dışarı çıkan eşeğe çok şaşırır. İşte hayat da bazen bizim üzerimize yüklenir ve üzerimiz toz toprakla örtülüyormuş gibi olur. Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır. Kör kuyuda olsak bile…

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Mutluluğun Sırrı

Bir genç bir zamanlar mutluluğun sırlarını öğrenmek istemiş. Bir bilge aramış. Sormuş,  soruşturmuş falanca kişidir demişler. Ayrıca kırk günlük mesafedeki bir köşkte yaşadığını da öğrenmiş.  Üşenmemiş, yola çıkmış ve bilgeyi bulmuş. Bilge, onu bir güzel ziyafetle ağırlamış, isteğini sormuş:

” Mutluluğun sırrı” demiş delikanlı ” bana bunu öğret.”

 Bilge bu sırrı vermeyi kabul etmiş.

Delikanlının eline bir kaşık vermiş, iki damla sıvı yağı da kaşığın içine koymuş.

“Köşkümü bir güzel gezeceksin ancak bu yağı dökmeyeceksin”  demiş.

 Delikanlı sarayı geziyormuş ama gözü devamlı kaşıktaymış.

 Dönmüş gelmiş. Bilge sormuş.

 “Salondaki Acem halılarını gördün mü, kütüphanedeki şömineyi fark ettin mi, bahçedeki gülleri gördün mü?” şeklinde bir yığın ayrıntı sormuş.

 Utanan delikanlı, hiç bir şey görmediğini itiraf etmiş. Çünkü sadece yağa bakıyormuş.

Bilge şöyle demiş;

 “Öyleyse git şimdi daha dikkatli olarak köşkümün harikalarını gör. Oturduğu evi tanımadan o insana güvenemezsin”.

 İçi rahatlayan delikanlı, kaşık elinde gördüğü her şeyi hafızasına adeta kazırcasına dikkat etmiş, gördüklerini bir güzel anlatmış.

 Bilge;

“Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede? diye sormuş.

 Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş.

 Bilgeler bilgesi demiş ki;

“Mutluluğun sırrı, dünyanın bütün harikalarını görmektir ama iki damla yağı unutmadan”.

 

“Kavramak için görmek yeterli değildir. Anlayış ve bilgelik eksikliği görüşü önemli ölçüde azaltır.” Delia Steinberg Guzman

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Sevgiyi Yaşayanlar

Bir gün bir ermişe sevgiyi gerçekten yaşayan bir kişi ile onu dilinden kalbine indirmemiş olan bir kişiyi birbirinden nasıl ayırt ederiz diye sormuşlar. Ermiş bakın göstereyim demiş.

Önce sevgiyi sözde yaşayan kişileri çağırarak onlara sofra hazırlamış. Hepsi yerlerine oturmuşlar. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar ve arkasından derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar gelmiş. Ermiş davetlilere kaşıkların ucundan tutarak yemeleri gerektiğini söylemiş. Davetliler, çorbaları içmeye çalışmışlar ama kaşıkların sapları o kadar uzunmuş ki, çorbayı dökmeden ağızlarına götürmeyi bir türlü becerememişler. En sonunda sofradan öylece aç kalkmışlar.

Bunun üzerine ermiş; “Şimdi sevgiyi gerçekten bilenleri yemeğe çağıralım.” demiş. Bu defa yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar sofrada yerlerini almışlar. “Afiyet olsun” denince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısında oturan kardeşine uzatarak ona çorba içirmiş.

Böylece her biri diğerini doyurmuş ve sofradan şükrederek kalkmışlar. Ermiş yanındakilere dönerek “İşte, kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Gerçek pazarında daima alan değil, veren kazançtadır.”

“Yalnız kendisini düşünen adam yumurtasını pişirmek için komşunun evini yakar.” F.BACON

“Yaşadığın dünyaya bak; Yüce Tanrı hangi eserini sevginin kucağında büyütmemiş?” MEVLANA

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Bu da Geçer

Kral Salamon’un korumalarının lideri Beniah isimli biriydi. Beniah krala bütün varlığı ile hizmet eder ve kral ondan ne isterse istesin onu yerine getirmekten gurur duyardı. Bir gün kral Beniah’ın askerlerine övünerek şunları söylediğini duyar:’Kral benden ne isterse istesin, önüme koyacağı her işi yerine getirebilirim’.Kral Salamon Beniah’ın nadiren konuşan sakin biri olduğunu biliyordu. Herkes karşısında böbürlenmesi onu rahatsız etti ve Beniah’a alçakgönüllü olmayı öğretmesi gerektiğini düşündü.

Kral Salamon “Beniah’a yerine getirilmesi imkânsız bir iş vereceğim. Böylece bir daha ondan istediğim her şeyi yerine getirebileceği konusunda övünemeyecek” diye düşündü. Onu yanına çağırarak şöyle dedi: “Sihirli bir yüzüğüm olmasını arzu ediyorum ve onu benim için bulmanı istiyorum”.

Beniah başını eğerek kralını selamladı ve yüzünde büyük bir gülümseme ile “Arzu ettiğiniz her şey benim için bir emirdir! Hemen yola koyulmam için bana yüzüğü tarif edin” dedi.

Kral Salamon gözlerini yaramaz bir şekilde kırpıştırdı. İstediği şekilde bir yüzük yoktu ki! Şöyle emretti: “Bana altı ay içinde mutlu bir insanı mutsuz, mutsuz bir insanı mutlu edecek bir yüzük getir”.

Beniah böyle bir mucizenin varlığından habersiz ama kendini işine adamış biri olarak “Gerekirse bütün dünyayı dolaşacağım ve size isteğiniz yüzüğü getireceğim” dedi.

Beniah hiç vakit kaybetmeden çarşının yolunu tuttu. Kudüs’teki her kuyumcuyu ziyaret etti, ama hepsi de kendilerine tarif edilen yüzüğü ne gördüklerini ne de duyduklarını söylediler.

Beniah sonunda “Belki bu yüzük yabancı bir diyardandır” diye düşündü. Uzaktan gelen kervanlara rastlamak üzere yola koyuldu. Kıymetli taşlar taşıyan her tüccara yanaşıp “mutlu bir insanı mutsuz, mutsuz bir insanı mutlu edecek bir yüzük” görüp görmediklerini sordu. Rastladığı hiçbir tüccar ya da deve sürücüsü böyle bir şeyi duymamışlardı!

Beniah uzak denizlerden gelip gemilerini limana demirleyen kaptanlara gitti. Bulduğu her kaptana yüzüğün varlığını sordu. Hepsi de sakallarını ovuşturup başlarını iki yana sallayarak ona yardım edemeyeceklerini söylediler.

Aylar geçti. Beniah bu süre içinde her yeni kervana, her yeni gemiye yöneldi. Yurdun dört bir yanından gelen kuyumcuları arayıp buldu. Öyle görünüyordu ki Beniah kralının ondan istediği şeyi getirmekte başarısız olacaktı. Cesareti kırılmıştı ve perişan bir haldeydi.

Görevini yerine getirmesi gereken günden bir gün önce Beniah kendinden geçmiş ve kaygılar içinde tekrar çarşıya gitti. Mücevher tezgâhlarına tekrar bakmaya başladı. Yolun kenarında bir halı üzerine işlenmemiş kaba yüzükler ve bilezikler sermiş bakımsız bir çocuk gördü, durdu ve altına bakmadığım bir taş kalmamalı diyerek çocuğa yanaştı ve sordu: “Mutlu bir insanı mutsuz, mutsuz bir insanı mutlu edecek bir yüzüğün var mı?”

Çocuk başını sallayarak “böyle bir yüzüğüm yok” dedi.

Beniah dayanamayıp gözyaşlarına boğuldu. Artık yenildiğine emindi. Torununun Beniah ile konuşmalarına kulak misafiri olan büyükbaba gölgelerin ardından belirerek “Belki istediğin yüzük bendedir” dedi.

Yaşlı adam elindeki basit yüzüğe bir şeyler kazıdı. Beniah yüzüğe baktığı anda yüzü kocaman bir gülümseme ile aydınlandı. O anda uzun arayışı süresince yaşadığı düş kırıklığı ve üzüntü silinip gitti.“Evet, gerçekten de bu o yüzük” dedi sevinçle.

Saraya döndü ve Kralın huzuruna çıktı. Saray ahalisi bir şölen hazırlığı içindeydi ve kral neşe içinde misafirleri ile gülüyordu. Beniah’ın kendisine doğru geldiğini görünce kendi kendine: “Ona bu aşağılanma ile daha fazla acı çektirmeyeceğim. Verdiğim görevi yerine getiremediğini kabul ettiği an ona aslında yerine getirilmesi imkânsız bir görev verdiğimi açıklayacağım” dedi.

Beniah Kral Salamon karşısında diz çöktü ve elinde mutlulukla tuttuğu yüzüğü ona uzattı. Kralın gözü yüzüğe takılır takılmaz yüzündeki neşeli gülümseme kayboldu. Başını kaldırıp sarayının ihtişamına bakındı ve bir gün hayatının sadece bir toz bulutu olacağını idrak etti.

Elindeki basit yüzük üzerinde İbranice şu sözler yazılıydı: “Bu da geçecek”. Aynı yüzüğün acı ve talihsizlik ile savaşan birine huzur ve kurtuluş getirebileceğini biliyordu. Sadık askerinin bulmasını istediği yüzük gerçekten de bu yüzüktü.

Kral Salamon Beniah’ı kollarından tuttu ve onu sınadığı için kendisini affetmesini diledi.

Kendi yakut yüzüğünü çıkarıp Beniah’a verdi ve üzerinde o bilge sözlerin yazılı olduğu basit altın yüzüğü taktı. Kral o günden sonra ona akıl ve denge sunan bu sihirli yüzüğü hayatının sonuna kadar taşıdı.

“Mutlu ya da mutsuz olmanız küçük bir şeye bağlıdır: Düşünce biçiminize.” MARCUS AURELIUS

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Sokrates ve Üç Filtre

Bir gün bir adam Sokrates’e: “Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?” der.

Sokrates: “Bir dakika bekle” diye cevap verir ve devam eder: “Bana bir şey söylemeden evvel senin küçük bir testten geçmeni istiyorum. Buna Üçlü Filtre Testi deniyor”. Adam merakla: “Üçlü Filtre?” diye sorar. “Doğru” diye devam eder

Sokrates. “Benimle arkadaşın hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek iyi bir fikir olabilir. Bu ona üçlü filtre dememin sebebi. Birinci filtre: “Gerçek filtresi. Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam olarak gerçek olduğundan emin misin?” Adam: “Hayır, aslında bunu sadece duydum.” “Tamam” der, “Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun… Şimdi ikinci filtreyi deneyelim, yani iyilik filtresini. Arkadaşın hakkında bana söylemek istediğin şey iyi bir şey mi?” diye sorar Sokrates.

Adam Sokrates’e: “Hayır, tam tersi” diye cevap verir. Sokrates: “Öyleyse onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin. Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı. İşe yararlılık filtresi; bana arkadaşın hakkında söyleyeceğin şey benim için yararlı mı?” diye sorar. Adam şaşırarak: “Hayır! Gerçekten de değil!” Sokrates: “İyi o zaman. Eğer bana söyleyeceğin şey doğru değilse ve yararlı değilse, bana niye söyleyesin ki!” der.

“Her bildiğini söyleme ama her söylediğini mutlaka bil.” CLAUDIUS

“ Kimseden sana kötülük gelmesini istemiyorsan; fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olma.” MEVLANA

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

İnsan ve Dünya

Bir adam, haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında, yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini alır ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşünür. Tam bunları aklından geçirirken, oğlu koşarak gelir ve sinemaya ne zaman gideceklerini sorar. Baba oğluna söz vermiştir ancak o gün hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekmektedir.

O anda gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişir. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırır ve oğluna; “Eğer bu haritayı düzeltebilirsen, seni sinemaya götüreceğim” der ve sonra düşünür;

“Oh be, kurtuldum. En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez”. Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak gelir ve baba haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz der.

Adam önce inanamaz ve görmek ister. Gördüğünde de hayretler içinde çocuğuna bunu nasıl yaptığını sorar. Çocuk cevap verir, ”Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İnsanı düzelttiğim zaman Dünya kendiliğinden düzelmişti.”

“Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür, ama hiç kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez. ” Tolstoy

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Affetmenin Hafifliği

Bir lise öğretmeni derste öğrencilerine şöyle der: “Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!” Ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Öğretmen: “şimdi, bugüne kadar affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun!”

Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen: ” Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okulda hep yanınızda olacaklar.”

Aradan bir hafta geçer. Hocaları sınıfa girer girmez, öğrenciler şikâyete başlarlar: “Hocam, bu ağır torbayı her yere taşımak çok zor. Hocam, patatesler kokmaya başladı. İnsanlar tuhaf bakıyorlar, hem sıkıldık hem yorulduk….”

Öğretmen: ” Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdakine bir iyilik olarak düşünüyoruz. Aslında affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.”

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın