Dikkat

Adamın biri İkkyu ustaya sormuş; Usta, bana en yüce bilgeliğin temel kurallarından birkaçını yazar mısınız?

İkkyu fırça ve kağıda sarıldığı gibi yazıvermiş: “Dikkat”

“Hepsi bu mu” diye sormuş adam.

Bunun üzerine İkkyu “Dikkat, dikkat” yazmış.

“Ama” demiş adam oldukça sinirli, “Eklediğin şeyde gerçekten çok derin, anlamlı bir şey görmüyorum. ’’

Bunun üzerine İkkyu fırçayı alıp;‘’ Dikkat, dikkat, dikkat’’ yazmış.

Öfkeyle sormuş adam: “Ne anlama geliyor ki bu ‘dikkat’ sözcüğü tanrı aşkına?”

Bunun üzerine İkkyu usulca yanıtlamış:
– Dikkat, dikkat demektir.

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Aşksız Eşek

Aşkı ve şevki yol edinmiş gönül sultanı Mevlana, bir gün, dergâhın işlerini yürüten talebesini çağırdı ve şöyle dedi: ‘Dergahın eşeğini satınız’.

Eşek, dergâhın kıdemli bir hizmetkârıydı. Hayvana bile vefa dersi verilen mektebin öğrencisi, bu isteği anlayamadı ve sordu: “Efendim, dergâhımıza herhalde bir eşek lazımdır.”

Gönül sultanı, sözünü kesti ve isteğini vurguladı: “Evladım, bu eşeği satın ve başka bir eşek alın.” “Ama neden?” dedi öğrencisi ve ekledi: “Biniyoruz, götürüyor; yüklüyoruz, taşıyor. Üstelik nereden bıraksak, dergâhın yolunu şaşırmadan bulup yerine geliyor…”

Bunun üzerine, Allah dostu, gerekçesini açıklamak zorunda kaldı ve buyurdu ki: “Evladım, dikkatimi çekti, bu eşek bir haftadan beri anırmadı. Aşksız ve şevksiz… Şevksizliğinin size bulaşmasından korkarım! Bu sebeple satın bu eşeği de bir başkasını alın.”

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Gül Yaprağı

Eski zamanlarda bir felsefe okulu, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.

Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.

Bir gün okulun kapısına bir yabancı geldi. Yabancı, kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya zil yoktu.

Bir süre sonra kapı açıldı. Kapıyı açan kişi, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, okula girmek ve burada kalmak istiyordu. Kapıyı açan kişi bir süre kayboldu.

Sonra elinde ağzına kadar su ile dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.

Yabancı, okulun bahçesine döndü. Aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.

Kapıyı açan kişi saygıyla eğildi ve yabancıyı içeri aldı.

Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Bir Zamanlar Bir Nehir Varmış

Eski Doğu geleneğinin anlattığına göre bir zamanlar çamurlu yatağında yavaş yavaş, keyifle akan bir nehir varmış. Suları bulanıkmış ve içinde dipteki balçıkta yiyecek arayan gri balıklar yaşarmış. Nehir fazla derin olmadığından kimsenin aklına karşıya geçmek için bir köprü yapmak gelmemiş ve nehrin bağrına ağır suların zar zor ıslattığı birkaç büyük taş atmakla yetinmişler.

Ormandaki hayvanlar nehri geçit verdiği sığ yerlerden buralardaki çamuru hareket ettirerek kolayca geçmekteymişler. İçmek içinse nehrin suları kara ve kötü kokulu olduğundan yakındaki göle gidiyorlarmış.

Ancak, her şeyi gören Indra nehrin cinine acımış çünkü hareketsizlik ve rahatlıktan şişmanlamış vücudu kendisini çiğneyip geçenlere çoktan alışmış ölü bir yılan gibi nemli ve iç bulandırıcı bir şekilde budala olmadığı halde budalaca hareket ediyormuş.

Zamanla nehir daha yavaş geçebileceği yolları tercih ederek hızlı inişler yapacağı yamaçlardan kaçınmaya başlamış. Sessiz ve çirkinmiş ve ne güzel su perileri ne de nehir perileri dolunay gecelerinde büyülü aynalarını yapmak için ona yaklaşıyorlarmış.

Indra’nın yardımcılarından birisi nehrin önündeki toprağı kurutarak nehri yatağından sapmaya zorlayacak şekilde yükseltmiş. Başlangıçta korkan yaşlı nehir önce inlemeye başladıysa da taşların üzerinden atlayarak geçmenin zevkini çabuk keşfetmiş ve kükreyerek ağaçları dövüp, uçurumları açıp geçerek ve iri kayalıkları zorlayarak kendine bir yol açmış.

Kum ve taşları süzülen suyunun temizlenmiş yatağında taşlar ve ara sıra da Indra’nın Marufları sürüklediğinde kullandığı ateşten kamçılar gibi dipte damarlar halinde parlayan metaller bulunmaya başlamış. Eskiden karanlık ve iç karartıcı olan bağrında beyazlık kaygan, arınmanın olmadığı yerden başka yerde görünmediğinden beyaz köpükler doğmuş.

Suyun yüzüne çıkan sedefli balıklar orada yaşamaya başlamışlar ve nehrin yamaçlarında bıraktığı ve önceden inanılmaz kayalıkların arasına sıkışmış olan lagünler sudaki madenler tarafından güzelleştirilmişler. Su perileri yıldızların parıldayan yansısında büyülü taraklarını yaparak büyülü aynalarını derin su birikintilerinden çekip çıkarmışlar. İnsanlar onun üzerine basıp geçmeyi bırakarak üzerine köprü adını verdikleri zafer takları kurmuşlar.

Hayvanlar bundan böyle onun temiz ve ışıklı sularından yüzerek geçmeye başlamış ve geçerken de nehrin gücünü konuşmuşlar. Son olarak, anası Ganj’a ulaştığında sevinç çığlıkları birbirine karışan diğer suların alkışlarıyla karşılanmış.

Tüm bunları ve size anlatmadığım daha pek çok şeyi gören Indra kendilerine sunulan fırsatlardan yararlanmayan ve cesaret ile coşkudan yoksun bir şekilde ağır ve bulanık nehirler gibi davranmaya devam eden insanları düşünmüş. Ardından kızarmış yüzünden iki damla gözyaşı yuvarlanmış ve böylece bulutlar ortaya çıkmış. Doğa’daki her şey griye dönerek insanlığın budalalığına ağlamış.

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Boş Fincan Aklı

Bir zamanlar Japonya’da eski bir tapınakta bir bilge yaşardı. Bir gün tapınağın kapısının sabırsız bir şekilde vurulduğunu duyar. Kapıyı açar ve genç bir öğrenci ile karşılaşır.

Öğrenci, “Büyük ustalar ve bilginlerle çalıştım. Kendimi Zen felsefesini tamamlamış addediyorum. Gene de eğer bilmem gereken bir şey varsa onu bilgime katabilir misiniz diye geldim size” der.

“Çok güzel, gelin birlikte çay içelim ve öğrendiklerinizi konuşalım.” der yaşlı bilge.

İkisi karşılıklı otururlar ve yaşlı bilge çay hazırlamaya başlar. Çay hazır olunca misafirinin bardağına dikkatle çayı koymaya başlar. Bardak dolduktan sonra da çayı dökmeye devam eder ve çay misafirinin avuçlarına doğru taşar. Şaşıran öğrenci geri sıçrar ve hiddetle, “Ne biçim bilgesin sen? Bir fincanın dolduğunu bile anlayamayan budalanın tekisin.” diye bağırır.

Yaşlı bilge sakin bir şekilde cevap verir “Aklın tıpkı bu fincan gibi o kadar çok fikirle dolu ki orada bir tek boş oda bile yok. Bana geleceksen aklın boş bir bardak gibi olsun ancak o zaman bir şeyler öğrenebilirsin”.

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Niye Hala Taşıyorsun

Çamurlu ve yağmurdan batmış yolda yürüyen iki Zen Bilgesi bir çamur gölünden karşıya geçmeye çalışan güzel bir bayana rastlarlar.

Aralarından yaşça büyük olanı kadının yanına gelir ve onu kucağına alarak çamur gölünün karşısına geçirir. Genç öğrencinin hayranlık dolu tedbirli bakışları arasında onu yolun kuru tarafında nazikçe yere indirir.

Kadını eğilerek selamlayan bilge ve öğrencisi çamurlu yolda ilerlemeye devam ederler. Genç öğrenci yol boyunca asık yüzlü ve suskun kalır. Tepeleri aşarlar, vadilere inerler, köyleri geçip ağaçlı ormanlara varırlar. Aradan o kadar saat geçtikten sonra, genç öğrenci dayanamaz ve diğerini azarlamaya başlar,

“Bilgelerin kadınlara dokunmadığını biliyorsun! O kadını niye taşıdın?”

Bilge genç olana dönerek gülümser. “Genç kardeşim, düşüncelerin ne kadar yüklü! Ben saatler önce onu yolun karşı tarafında bıraktım. Sen niye hala onu taşıyorsun?”

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Değerler

Bir gün bir adam tarlasından çok güzel bir mermer heykel çıkardı. Onu güzel olan her şeyi seven ve heykeli satın almak isteyen bir koleksiyoncuya götürdü. Koleksiyoncu heykel için yüksek bir ücret ödedi. Adam elinde parası eve giderken düşündü ve kendi kendine dedi ki:

“Bu para ne hayatlara değer! Bir insan bu paranın hepsini bin yıldır toprağın altına gömülüp unutulmuş cansız bir taş beden için nasıl verebilir?” Koleksiyoncu ise heykeline bakarak düşündü ve kendi kendine dedi ki:

“Ne kadar güzel! Ne kadar canlı! Nasıl bir ruh bunu düşlemiştir kim bilir. Bin yıllık tatlı uykusuyla ne kadar taze. Bir insan bütün bunları cansız, düş gücü olmayan parayla nasıl değiştirebilir?”

Kategori Yok kategorisine gönderildi | Yorum bırakın