Bir kadının tek bir oğlu vardı ve o da ölmüştü. Üzüntü içindeki kadıncağız ölü çocuğu bütün komşulara götürüp onlardan ilaç istedi. Herkes onun için:
“Aklını kaçırmış, çocuk ölü!” diyorlardı. Sonunda karşılaştığı bir adam kadına şöyle dedi:
“Sana çocuğun için ilaç veremem ama verebilecek bir hekim biliyorum.”
Kadın: “Lütfen söyleyin efendim, kimdir bu adam, nerdedir?” diye sordu. Adam cevap verdi: “Buda’ya git.”
Kadın Buda’yı buldu ve bağırdı, “Efendim! Oğlumu iyi edecek ilacı verin bana!”
Buda şöyle cevapladı: “Bir avuç hardal tohumu gerekecek.” Kadın sevinçle bunu bulmaya söz verince, Buda ekledi: “Hardal tohumu öyle bir evden alınmalı ki, orada kimse çocuğunu, kocasını, ebeveynini ya da dostunu kaybetmemiş olsun.”
Zavallı kadın ev ev dolaştı. Halk ona acıyor ve: “İşte hardal tohumu, al” diyorlardı. Ama “Ailenizde bir oğul ya da bir kız, bir ana ya da bir baba öldü mü?” diye sorduğunda aldığı cevap şu oluyordu:
“Heyhat! Yaşayanlar az, ölenler ise çok. Bize en derin üzüntümüzü hatırlattın.” Kadın yorgun ve umutsuz yol kenarına oturdu, parıldayıp sönen şehir ışıklarını seyretti. Sonunda gecenin karanlığı her yere hakim oldu. Kadın insanların kaderini ve hayatlarının parlayıp sönmesini düşündü. Kendi kendine şöyle dedi:
“Kendi derdimde amma da bencilmişim. Ölüm herkese geliyor. Yine de bu keder vadisinde her türlü bencilliği bırakan kişiyi, ölümsüzlüğe götürecek bir yol var.”