Eski zamanlarda bir felsefe okulu, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu.
Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.
Bir gün okulun kapısına bir yabancı geldi. Yabancı, kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak veya zil yoktu.
Bir süre sonra kapı açıldı. Kapıyı açan kişi, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, okula girmek ve burada kalmak istiyordu. Kapıyı açan kişi bir süre kayboldu.
Sonra elinde ağzına kadar su ile dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti.
Yabancı, okulun bahçesine döndü. Aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı.
Kapıyı açan kişi saygıyla eğildi ve yabancıyı içeri aldı.
Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı.